Siyasetçilerin Sık Kullandığı Manipülasyon Tekniği:
"Çerçeveleme Etkisi"

Siyaset, yalnızca yasaların, politikaların ve diplomatik ilişkilerin yürütüldüğü bir mekanizma olmanın ötesindedir. Aynı zamanda, halkın düşünce biçimini şekillendirme, algılarını yönlendirme sanatıdır. Bugün, kitleleri etkileme gücüne sahip olan araçlardan biri hiç şüphesiz çerçeveleme etkisidir. İnsan zihni, bilgiyi asla olduğu gibi almaz; onu nasıl sunulduğu, hangi kelimelerle ifade edildiği ve hangi bağlamda sunulduğu üzerinden değerlendirir, anlamlandırır. İşte bu yüzden, aynı olgu farklı şekillerde sunulduğunda bambaşka anlamlar kazanabilir.

Mobirise

Ancak çerçeveleme etkisi yalnızca siyasal alanda değil, hayatın her alanında karşımıza çıkar. Medyada, reklam dünyasında, toplumsal olayların aktarılmasında, hatta günlük yaşamda bile kendisini gösterir. Fakat en güçlü etkisini siyasal iletişimde bulur. Siyasi liderler, propaganda ekipleri, medya kuruluşları ve halkla ilişkiler uzmanları, toplumun bir meseleyi nasıl algılayacağını belirlemek adına Söylem şekillendirme stratejilerinden faydalanır. Bu stratejiler bazen bilinçli bir manipülasyon aracı olarak devreye girerken, bazen de doğrudan bir iletişim refleksi olarak kendini gösterir. Ancak her koşulda, bireylerin ve toplumların kararlarını, tercihlerinin yönünü ve duygusal tepkilerini şekillendiren bir etki alanı oluşturur. Algı yönetiminin bu denli güçlü bir araç haline gelmesi, beraberinde önemli bir sorumluluğu da getirir. Bilginin hangi çerçevede sunulduğunu fark edebilmek, bilinçli bir birey olmanın temel ilkelerindendir. Çünkü çerçeveleme etkisi yalnızca bir anlatım tekniği değil, aynı zamanda toplumların kaderini şekillendiren güçlü bir unsurdur.

Teorik Temeller

"Kahneman ve Tversky’nin Beklenti Teorisi (Prospect Theory)"

İnsan zihni, her zaman mantıklı bir çerçeveyle karar vermez. Gerçekten de, çoğu zaman aldığımız kararlar, yalnızca rasyonel düşüncelerden değil; duygularımızdan, geçmişteki deneyimlerimizden ve karşımıza çıkan olayların nasıl sunulduğundan etkilenir. Bu karmaşık bilişsel süreçleri anlamamıza yardımcı olan en önemli teorilerden biri de, Daniel Kahneman ve Amos Tversky’nin geliştirdiği Beklenti Teorisi (Prospect Theory) adlı teoridir.


Mobirise

1979 yılında ortaya atılan bu teori, geleneksel ekonominin "rasyonel birey" anlayışına meydan okur. Klasik ekonomik modeller, bireylerin her zaman mantıklı ve faydayı en üst düzeye çıkaran kararlar aldığını varsayar. Ancak Kahneman ve Tversky, insan psikolojisini esas alarak daha gerçekçi bir yaklaşım sunmuşlardır. Onlara göre insanlar, kayıplara karşı aşırı duyarlı, kazançlara ise görece daha düşük bir hassasiyetle yaklaşan varlıklardır. Yani, aynı büyüklükteki bir kazançla elde edilen memnuniyet, aynı büyüklükteki bir kayıptan duyulan acıyla kıyaslandığında, kaybın etkisi çok daha yoğun olur.

Bu noktada, çerçeveleme etkisinin nasıl işlediğini daha iyi anlayabilmek için Kahneman ve Tversky’nin ünlü deneylerinden birine göz atmamız faydalı olacaktır. İkili, deneklerine şu iki senaryoyu sunmuşlardır:

1. Senaryo A: "Bu tedaviyle hastaların %90’ı hayatta kalıyor."

2. Senaryo B: "Bu tedaviyle hastaların %10’u hayatını kaybediyor."

Her iki ifade de tamamen aynı istatistiksel gerçeğe işaret eder, fakat insanlar, ilk senaryoya çok daha olumlu tepki verirken, ikinci senaryoya karşı daha tedirgin olmuş ve tedaviye mesafeli yaklaşmışlardır. Bunun sebebi, insan zihninin kayıplara karşı gösterdiği duyarlılıktır. Kaybın vurgulandığı bir durumda, risk algısı yükselir ve insanlar daha temkinli kararlar alırlar.

Mesela bir hükümet, ekonomik verileri halka sunarken büyüme oranlarını yüksek gösterip başarı algısı yaratabilir. Oysa muhalefet, aynı veriyi işsizlik rakamlarına odaklanarak halkın dikkatini olumsuz verilere çekebilir. Beklenti Teorisi, bu tür etkilerin basit bir dil oyunu olmadığını, aslında zihinsel işleyişin temel mekanizmalarına dayanan derin bir psikolojik süreç olduğunu ortaya koyar.

Bu bağlamda, çerçeveleme etkisi yalnızca bir iletişim tekniği değil; bireylerin bilişsel yapısını yönlendiren, toplumsal kararlarımızı ve bakış açılarımızı şekillendiren bir olgudur.


Beyin, mutlak gerçekliği doğrudan algılayan bir yapı değil, kendisine sunulan bilginin bağlamına göre şekillenen bir sistemdir. İşte bu yüzden siyasette çerçeveleme etkisi yalnızca bir propaganda aracı değil, halkın karar alma süreçlerini yönlendiren derin bir psikolojik mekanizma olarak karşımıza çıkar.
Bilişsel psikoloji, beynin karar alma sürecinde iki temel düşünme sistemine sahip olduğunu öne sürer:
• Sistem 1: Hızlı, sezgisel ve duygusal düşünme mekanizmasıdır. Çoğu zaman bilinç dışında işler ve hızlı tepkiler veririz.
• Sistem 2: Daha analitik, mantıklı ve bilinçli bir düşünme sürecini ifade eder. Ancak bu sistem, daha yorucudur ve her zaman devreye girmez.
Çerçeveleme etkisi, özellikle Sistem 1 üzerinden işler. Çünkü insanlar, karmaşık meseleleri hızlıca anlamlandırmak ister ve bu süreçte, basitleştirilmiş zihinsel kalıplara başvururlar. İşte siyasette ve medyada, bu zaafiyetimizi kullanarak olaylar belli çerçeveler içinde sunulur ve bireylerin sezgisel olarak yönlendirilmesi sağlanır.

Mobirise

Siyasette algı yönetiminin gücü, yalnızca bir alanla sınırlı değildir. Güvenlik politikaları, uluslararası ilişkiler ve toplumsal hareketler gibi pek çok alanda çerçeveleme ile toplumun algıları şekillendirilir. Örneğin:

• Bir askeri operasyon, destekleyenler tarafından "milli güvenliği sağlama harekâtı" olarak sunulurken, karşıtları tarafından "saldırgan bir işgal girişimi" olarak tanımlanabilir.

• Bir yasak kararı, hükümet tarafından "toplumsal düzeni koruma hamlesi" olarak anlatılırken, muhalefet tarafından "ifade özgürlüğünün kısıtlanması" olarak lanse edilebilir.

• Bir göçmen krizi, farklı kesimler tarafından "insani bir dram" veya "ülke güvenliği için tehdit" olarak çerçevelenebilir.

Burada belirleyici olan faktör, gerçeğin kendisinden çok, gerçeğin nasıl anlatıldığıdır. Bugün dijital medya çağında, bu etki her zamankinden daha güçlüdür. Sosyal medya algoritmaları ve siyasi kampanyalar, kitlelerin düşünce yapısını şekillendiren en güçlü araçlar haline gelmiştir. Bireylerin hangi bilgiye nasıl maruz kaldığı, onların siyasal tercihlerinde belirleyici rol oynar. Bu yüzden, siyasette başarı sadece icraatlarla değil, aynı zamanda bu icraatların nasıl sunulduğuyla da doğrudan ilişkilidir.


STRATEJİ

"Biz-Onlar Ayrımı ve Düşman Yaratma"

Siyasetçiler, "biz" kavramını kendi tabanlarını tanımlamak için kullanırken, "onlar"ı dışlanması gereken bir grup olarak tanımlarlar. Burada, "biz" doğru, ahlaki ve güvenilirken, "onlar" tehlikeli, zararlı ve bozuk bir grup olarak etiketlenir. Bu ayrım, halk arasında büyük bir kutuplaşma yaratır. Toplumun duygularına hitap edilerek, akıl ve mantığın önüne öfke ve korku gibi güçlü duygular geçer. Bu stratejiyle, karşıt görüşler meşruiyetini kaybeder ve toplum, siyasetçilerin yönlendirdiği doğrular etrafında birleşir. Örneğin, hükümetin rakiplerini "vatan hainleri" ya da "terör destekçileri" gibi etiketlerle yaftalaması, halkın bu kesimi dışlamasını sağlamak amacıyla kullanılır.

Bu tür söylemler, insanların düşünme yetisini zayıflatır ve duygusal manipülasyonla toplum üzerinde etkili olur. Bu durum, sadece siyaseten fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumda derin çatlaklar oluşturarak toplumsal birlikteliği tehdit eder. İnsanlar, bu söylemler doğrultusunda hareket etmeye yönlendirilirken, karşıt görüşler tamamen dışlanır ve bu görüşlere olan saygı ortadan kalkar.

Mobirise


"Sorumluluk Kaydırma"

Bu strateji, başarısızlıklar ya da olumsuz gelişmelerin sorumluluğunun dış aktörlere yüklenmesiyle ilgilidir. Başka bir deyişle, hükümetler ya da siyasetçiler, karşılaştıkları ekonomik ya da sosyal krizlerin sorumluluğunu üstlenmektense, başka aktörleri suçlayarak kendilerini savunma yoluna giderler. Bu strateji, kamuoyunun hükümete olan güvenini zayıflatmadan, olumsuz durumların üzerini örtmeye yönelik güçlü bir araçtır.

Bu tür söylemler, halkın krizleri dışarıdan gelen tehditlere bağlayarak hükümetin sorumluluğundan kurtulmasına olanak sağlar. Sorumluluk kaydırma, siyasetin kriz yönetiminde başvurulan sık kullanılan ve oldukça etkili bir stratejidir. Bu sayede hükümetler, kendi eylemlerini sorgulatmadan, dış unsurlar üzerinden kendi pozisyonlarını güçlendirebilirler.


Vaka Analizleri

"ABD Başkanı Donald Trump’ın İletişim Stratejisi ve "Fake News" Çerçevesi"

Donald Trump’ın siyasetteki en dikkat çekici özelliklerinden biri, medya ve kamuoyu ile iletişimdeki çerçeveleme tekniklerini ustalıkla kullanmasıdır. Özellikle “Fake News” (Sahte Haber) kavramı, Trump’ın siyasal söylemlerinin belki de en önemli araçlarından biri haline gelmiştir. Trump, medya kuruluşları, rakipleri ve kendisine yönelik eleştiriler karşısında "Fake News" etiketini kullanarak, karşısındaki her türlü bilgiyi geçersizleştirme yoluna gitmiştir. 

Mobirise

Trump’ın bu stratejisinin en güçlü yönlerinden biri, günlük iletişimde çeşitli medya organlarıyla yaptığı açıklamalar ve Twitter üzerindeki paylaşımlarıyla halkı nasıl yönlendirdiğidir. Trump, sahte haberler ile ilgili söylemleriyle, özellikle muhalefet medyasını ve özellikle kendisine karşı çıkan gazetecileri hedef alarak, onları “güvenilmez” ve “yalan söyleyen” olarak etiketlemiştir. Medyanın bir düşman olarak tanıtılması, kendi politikalarını savunmak ve kamuoyunun desteğini almak için önemli bir strateji olmuştur.

"Türkiye’de Siyasal Söylem şekillendirme Örnekleri (İktidar ve Muhalefetin Dil Kullanımı)"

Türkiye’de göçmen meselesi, Suriye iç savaşının etkisiyle derinleşmiş ve önemli bir siyasal söylem haline gelmiştir. Ülkemiz, yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmakta ve bu durum, siyasetin en çok tartışılan konularından birini oluşturmuştur. İktidar ve muhalefet, bu meseleyi farklı çerçevelerle toplumun önüne sermekte ve bu durum siyasal rekabeti şekillendirmektedir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, göçmen meselesini genellikle insani bir sorumluluk olarak çerçeveleyerek, Türkiye’nin bu sorunu dünya devletlerinin görmesi gereken bir yükümlülük olarak sunmuştur. Erdoğan’ın söylemleri, Türkiye’nin misafirperverliğini ve göçmenleri kabul etme sorumluluğunu öne çıkararak, halkın vicdanına hitap etmeye yönelmiştir. “Bizi biz yapan, insanlığımıza sahip çıkmamızdır” şeklindeki ifadeler, Türkiye'nin bu konuda insani değerleri savunduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, göçmenler Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik avantajını pekiştirecek bir unsur olarak da sunulmuştur. Erdoğan, göçmen krizini uluslararası bir meseleyi çözme adına bölgesel bir liderlik fırsatı olarak çerçevelemiştir.

Mobirise

Ancak muhalefet partileri, özellikle CHP, İYİ Parti ve MHP, göçmenleri genellikle ekonomik ve sosyal tehditler olarak çerçeveleyerek, halkın refahına zarar verme potansiyelini vurgulamışlardır. Muhalefet, göçmenlerin yerel iş gücünü tehdit ettiğini ve toplumsal yapıyı bozan unsurlar oluşturduğunu savunmuştur. Ayrıca, göçmenlerin özellikle kentsel alanlarda “kültürel yabancılaşma” yarattığına dair söylemler, halkın göçmenlere karşı olan önyargılarını pekiştirmeye yönelik olmuştur. Bu stratejinin, toplumun göçmenlere karşı tutumunu, kabul veya reddetme şeklinde belirlediği açıktır. Hem iktidar hem de muhalefet, göçmenlerin ülke içindeki rolünü toplumun güvenliği, refahı ve kimliği bağlamında tartışmaktadır. 

Karşı Direnç Geliştirmek

"Medya ve Siyaset Okuryazarlığı"

Toplumu şekillendiren, yönlendiren ve bazen manipüle eden söylemler karşısında bireylerin eleştirel düşünme, medya okuryazarlığı ve siyaset okuryazarlığı becerilerini geliştirmesi büyük önem taşır. Bu üç unsur, bireylerin bilgiyi analiz etmesini, manipülasyonu fark etmesini ve siyasi süreçleri daha bilinçli bir şekilde değerlendirmesini sağlar. Medya okuryazarlığı, yalnızca haberleri sorgulamakla sınırlı değildir; sosyal medya ve dijital platformlarda sunulan bilgilerin hangi amaçla, nasıl ve hangi çerçevede sunulduğunu anlamayı da içerir. Günümüzün hızla değişen iletişim ortamında, özellikle duygusal ve kutuplaştırıcı içeriklere karşı soğukkanlı bir bakış açısı geliştirmek, bireyleri manipülasyona karşı daha dirençli hale getirir. Bunun yanında, siyaset okuryazarlığı da bireylerin siyasi süreçleri, politika yapım mekanizmalarını ve karar alma süreçlerini daha iyi kavramasını sağlar. Siyasi aktörlerin hangi kelimeleri seçtiği, hangi konuları öne çıkardığı veya hangi bilgileri görmezden geldiği, belirli bir algı oluşturmanın bir parçasıdır. Örneğin, bir liderin “ekonomiyi düzeltiyoruz” derken yalnızca olumlu göstergeleri sunması, seçici bilgi kullanımıyla algıyı şekillendirme çabasıdır.

Mobirise

Siyasetçilerin söylemlerini analiz ederken tercih edilen dilin, kullanılan metaforların ve gizli anlamların farkında olmak gerekir. Örneğin, “göçmenler” yerine “yasadışı göçmenler” denildiğinde, olayın çerçevesi yalnızca demografik bir olgu olmaktan çıkıp, bir güvenlik sorununa dönüşebilir. Aynı şekilde, “huzursuzluk yaratmak istemiyoruz” gibi ifadeler, belirsiz bir tehdit algısı oluşturarak halkın duygularına hitap eden bir strateji haline gelebilir.

Bireylerin, bilgiyi sorgulayan, söylemleri analiz eden ve eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirme yapabilen bir bakış açısı geliştirmesi, siyasetteki manipülatif çerçevelemelere karşı en güçlü savunma mekanizmasıdır. Bu noktada, hem doğru kaynaklardan bilgi edinmek, hem de siyaset okuryazarlığını geliştirmek toplumun bilinçlenmesi açısından kritik bir gerekliliktir.            

     -Mehmet Hilmi ERBAŞLI
                             15.03.2025

KAYNAKÇA

AI Website Generator